19 Mart 2010 Cuma

The Crash

Delikanlı demek genç erkek demek değildir aslında. Kanı damarlarında akarken virajlar çizen, diğer kan pıhtılarını geçmek için makas atandır. Delkanlı demek, kanı deli akan aklı beş karış havada, ayakları yere basmayan gençtir. Ablalık da bir nevi anneliktir. Delikanlı ablası olmak zordur. İnsanı parçalar, ağlatır. Ya daha kötüsü olsaydı, ya o delikan donsaydı yolun üzerinde...

Mutluydum, iyi bir haber almıştım eve gelirken. Babamla annemin konuşmalarını işittim kapı deliğinden. Yüksek sesle, bağırır gibi. Yine mi kavga ediyorsunuz diye sordum. İkisi de yere baktı. Yok bu seferki kavga degil, hüzün gibi. Noldu? Kardeşin trafik kazası yapmış. Önce ufak bi şey sandım. Geçiştirmelik, amaan ee nolmuş dedim. Annem, hastanedeymiş şimdi dediğinde kalbimde çok sesli orkestra tamtamlarıyla da bir afrika kabilesi düete başlamışlardı bile. Ağlamaklı gözlerle telefonu sarıldım. Dudakları şişmiş anlaşılıyordu konuşmasından. Abla, ben iyiyim dedi. Hastanedeyiz şimdi. Sabah 8de olmuş kaza. Ahh, dedim. Sana kaç kere dedim ben, kaç kere? Tamam abla, konuşmayalım bunu. Sonra mal canın yongasıymış ya, araba ne alemde peki dedim. Dümdüz oldu dedi. Gözlerim yine doldu, ama bu sefer malın yongalığından değil arabadan nasıl sağ çıkabildiğinden ya da ya arabadan sağ çıkamasaydıdan!

O zaman anladım ki hayat pamuk ipliğinden eğrilmiş. O zaman anladım biz şımardık. Eriştiğimiz ciğer baldan tatlı geldi. Kardeşim, dön gel yanımıza. Dedim. Dedi, emniyet kemerimiz olmasaydı ölmüştüm. Kardeşim, dön gel yanımıza. Dedim.

Hiç yorum yok: