18 Şubat 2010 Perşembe

Lilith

Hiçlik ile varlık arasındaki ince çizgiyi ayırt edemeyen bizler için en kolay yolu seçiyor ve hiçlikle söze başlıyor olabilirim. Sonuçta bu benim hikâyem; burada ben, Lilith’i anlatan bir Tanrı’yım. Keyifli okumalar.
Sonrası yine hiçliğe yol alan bir hiçti öncesi. Gökyüzü ilahi yaratıklarla çevrelenmiş bir cümbüş hali yaşarken yeryüzü yalnızdı. Her iki mekâna birden cennet demek, bu yüzden imkânsızdı; bu haliyle gökyüzü, daha bir cennetti. İsminin önüne getirilen sıfatı nedeniyle adil diye bilinen Tanrı, bu eşitsizliğe göz yumamazdı. Üstelik sıkılmıştı da hep aynı oyuncaklardan; O, yaratıcıydı ve tüm yaratıcılığını sergileyebileceği, yüzyıllar boyunca eğlenebileceği bir sahnenin başlangıcına sebep olmalıydı.


Nasıl ki melekler ilahiliklerini gökyüzünün sınırsız yüksekliğinden alıyorsa, aşağıda vücut bulacak olanlar da kendi ilahiliklerini toprağın derinliklerinden almalıydılar. Bu tamamıyla adil göründü Tanrı’nın gözüne. Göründüğü anda “Ol!” dedi ve oldu... Topraktan iki can doğdu: Birine Âdem dendi, diğerine Lilith. Ruhen eş olmaları imkânsız olsa da bedenen birbirlerini tamamlayan iki zıt varlıktı bunlar. Bir kadın ve bir adam; Tanrı’nın ellerine ve Dünya’nın kucağına daha nicelerini vermeleri için doğmuş, bununla da kalmayıp Zaman’ı başlatmış iki varlıktılar.

İlk zamanlar mutlu ettiler yaratanlarını; bedenleri bütünleşti, yeryüzünü anlamlandırdı. Ta ki Lilith denen kendin bilmez, erkeğine karşı çıkana değin... Sevişirken erkeğinin aldığı hazzı istiyordu O da. Aynı üstünlüğe sahip olmayı, alınan kararları paylaşmayı ve her daim eşit olmayı istiyordu. Neden olmasındı ki? İkisi de farklı bedenlerle aynı topraktan gelmemişler miydi?

Âdem karşı çıktı buna her defasında. O eril olandı, doğasından gelen hükmetme ve üstünlük kurma dürtüsüne teslim olmalıydı ki herkes de O’na teslim olabilsin. Böylelikle başladı yeryüzünün huzursuzluğu. Adalet dağıtıcısı her karmaşayı tek bir sözüyle değiştirebilecekken hiç dokunmadı onlara. Sahne, işte şimdi açılmıştı.

Lilith ile Âdem ortak bir noktada birleşemediler, çünkü Âdem asla dinlemedi kadını. Bu nedenle duyamadı ve anlayamadı kadının istediğinin ne kadar doğru olduğunu. Âdem, asırlarca insanlığı kendisine esir edecek olan egonun hazzını daha çok seviyor ve istiyordu çünkü. Lilith bu durumu kabullenemedi ve yaratanının telaffuz edilmesi yasaklanmış isimlerini zikretti. Böylelikle yeryüzünden koparıldı ve gökyüzünde, yalnızlıklarıyla lanetlenmiş varlıkların arasına karıştı. Burada tanıştı Samael ile... Samael, Lilith’in arzularına boyun eğdi. Lilith’in öfkesi iblisi beslerken, birleşmeleriyle yüzlerce çocukları oldu.

Âdem egosunu bencilliğiyle beslerken, bir sabah fark etti ki yapayalnızdı. Koskoca yeryüzünde, tek başınalığıyla asıl hiçliği oluşturuyordu. O anda pişman oldu Lilith’e yaptıkları için. Tanrı’ya yalvardı, Lilith’i geri göndermesini istedi. Bu sefer Tanrı’nın, olaya müdahale edesi geldi içinden. Üç meleğini; Semangelof, Sanvai ve Sansanvai isimli meleklerini Lilith’i bulmaları için yolladı.

Melekler Lilith’i bulduklarında, O’na Tanrı’nın yeryüzüne dönme emrinden bahsettiler. Lilith ise gururlu ve kendinden emin, reddetti bu isteği. Konuşma sırası yine meleklere geldiğinde, Lilith’i, çocuklarının ölümüyle tehdit ettiler. Lilith gururuna teslim olmuştu bir kez daha. Hiçbir çocuğunun ölümü, Âdem’in sözleri ve davranışları kadar ağır gelemez sandı yüreğine. Bunun üzerine melekler, kendilerine verilen emri gerçek kıldılar ve Lilith’in Samael’den olma çocuklarını öldürmeye başladılar.

Lilith’i kadın yapan gurur, öfkeye dönüştü işte o anda. Yeryüzünün ve insanlığın kaderini belirleyecek lanetler dökülmeye başladı dudaklarından: Ben, çocuklara zarar vermek üzere yaratıldım; doğumdan sonraki ilk sekiz gün içinde erkek çocuklarına, yirmi gün içinde de kız çocuklarına. (Ama) Yemin ederim: Sizi ya da görüntünüzü bir muska ya da tılsım üstünde görürsem, o çocuğa hiçbir zarar vermeyeceğim.

Peki ama yeryüzünde tek başına kalan Âdem ne yapacaktı? Daha da mühimi, Lilith’in lanetini gerçek kılacak o çocuklar nereden gelecekti? Lilith, oyunların en güzelini sunuyordu şimdi Tanrısı’na. Ona yardımcı olmaksa izleyenin, yani Tanrısı’nın borcuydu. Belki bu yüzden, belki gerçekten de Âdem’e acıdığı için, bu sefer erkeğin isteklerine boyun eğecek bir dişi yaratmak adına “Ol!” dedi ilahilerin ilahisi. Erkeğinin emirlerine boyun eğmesi için de kadını, Âdem’le eşit olmayan bir yöntemle yarattı: Âdem’in kaburga kemiğinden vücut buldu yeryüzündeki ikinci dişi ve adına Havva dendi.

Âdem ile Havva hep mutlu oldular, çünkü hep itaat etti Havva. Tanrı’dan sonra erkeğine kul oldu; en güzeli de insanoğlu soyunu bahşetti Âdem’e. Yeryüzü çocuklarla doldu. Elbet burada Yasak Elma hadisesine değinmiyoruz, zira Havva’nın bile oncacık kusuru oluversindi...

Onlar mutluluklarının ve artık sıradanlaşan telaşlarının içine dalmışken Lilith, öfkesini besledi durdu. Kendilerine ulaşabildiği anda da dünyaya gözlerini açmış çocukların canını almaya başladı. Lilith’in acısı öyle büyüktü ki, içinde öyle bir yangın vardı ki tek bir evladının kıyımının veya Âdem’in geçmişte kalmış aşağılamalarının tek bir cümlesinin bile acısını gideremedi katilliğiyle. Yukarıda ismi zikredilen üç meleğin kutsal sembollerini taşıyanlar dışında, birçok çocuğun ölüm sebebi oldu. Hala da olmaktadır anlatılanı gerçek sayarsak...

Ancak Lilith’in en büyük ve en hain intikamı, Âdem ile Havva’nın ilk çocuğu olan Cain’i sahiplenmesidir. Sahiplenmek de tıpkı Tanrı’nın adaleti gibi değişiklik gösteriyor burada anlam olarak. Nasıl ki o adaletin de kötü diye yorumlanacak tarafları varsa, Lilith’in sahiplenişinin de kötü bir yanı vardı. Fakat yine de Lilith’in, Cain’i gerçekten sevdiğine inanıyorum bu öykünün Tanrısı olarak...

***

Dünyanın ilk çocuğu olan Cain ile kardeşi Abel, babalarının isteği üzerine, Tanrı’ya kurbanlarını sunmak için çalışırlar bir gün. Tanrı olmanın da egosal bir yanı olacak ki Ulular’ın Ulu’su sadece Abel’ın sungusunu beğenir. Bununla da kalmaz Cain’i hakaretlere boğar. Onca emekten ve umuttan sonra gururu incinen Cain, kendi köşesine çekilir. İkinci kurban sunma zamanı geldiğinde, eli boş gelir sungu yerine. Abel bu duruma şaşırır ve Cain’e neden bir kurbanı olmadığını sorar. Bunun üzerine Cain, en sevdiği varlığı, kardeşini öldürüverir oracıkta. Madem yakılınca güzel kokan bir koyun etini beğenmiştir Tanrı kurban olarak, şimdi de Cain’i bağrına basacaktır. Çünkü Cain, O’na en kutsal yeryüzü varlığının ve üstelik en sevdiği insanın bedenini kurban etmiştir. Ancak Tanrı, nefretle karşılık verir Cain’e: Yeniden adil olası, mazlumu koruyası gelmiş ve Cain’i kardeş katili; dünyanın ilk katili ilan edip lanetlemiştir.

Cennetten kovulup karanlıklara gönderilir Cain. Nod diyarıdır sürgün yeri. Bir başınalığı ve ilkinden daha da incinmiş gururuyla orada durur zamanlar boyu. Ta ki o karanlıkta bir kadın belirene kadar... Lilith’tir gelen; Cain’in babası Âdem’in ilk karısı Lilith... Cain’e kendini tanıtır ve onu kendi mekânına götürür. Bir süre boyunca ağırlar onu; aç karnını doyurur, çıplak kalmış vücudunu örter ve en önemlisi de yalnızlığına dost olur. Bu dostluk ilerledikçe ve Lilith’in Cain’e sevgisi büyüdükçe, sahiplenmeden gelen kötülüğü de açığa çıkacaktır Lilith’in. Çünkü Cain, ilk yaratılan kadından nasıl güç sahibi olunacağını öğrenmek ister. Lanetli birine, bu gücü ele geçirmenin yollarını anlatmanın nasıl bir sonuç doğuracağını bilemese de Lilith, sevgisi üstün gelir ve Cain’in öğretmeni olur. Kendi kanını sunar Cain’e. Sonsuz yaşamı ve gücü elinde tutmanın, kendi türdeşlerini yaratmanın yollarını gösterir bir bir.

Gökyüzünün ak tarafındaysa – yine – genel af günü ilan edilmeye karar verilir bunlar olurken. Bir zamanlar Lilith’e olduğu gibi, Cain’e de bir melek – Michael – gönderilir Tanrı tarafından. Günahlarının bağışlandığı, suçunun af gördüğü söylenir. Oysa Cain hem güç kazanmıştır hem de gururundan bir şey kaybetmemiştir. Tanrı’ya sırt çevirir ve o anda Michael tarafından lanetlenir. Babasının lanetinden kurtulan Cain’in şimdiki ve sonsuza kadar sürecek olan laneti, ateşin her daim düşmanı olmasıdır.


Kutsal kitap olarak bilinen Tevrat ve Musevilik dinine bağlı olarak ortaya çıkan pek çok inanış, Lilith’ten ve yukarıdakine benzer bir kalıptan – Cain’e sunulan sonsuz yaşam ve kanla beslenme olgusu dışında – oldukça sık söz eder. Hatta Talmud adıyla bilinen, Tevrat’ın ikinci basımında Lilith dişi şeytan sıfatıyla tanımlanır. Lilith’in asiliği, erkek-egemen toplum yaratma amacıyla örtüşen ve en güçlü dinamik olan din tarafından, günahların en büyüğü olarak görülür. Çünkü Lilith’in asi yanı, kadını kışkırtır ve erkekle bir olma hakkını hatırlatır kadına. Yahudi mistikleri Kabalacılar’ın kutsal kitabı olan Zohar’da Lilith, aşağılandıkça aşağılanır. Çocukların canını alan katil tanımından öte, erkekleri baştan çıkaran ve onları akıl almaz günahlara sürükleyen iblis olarak gösterilir. Alev saçları, beyaz teni ve zehirli yılanıyla en umulmadık anlarda belirip, erkeklerin başını döndürür.

Hatta Zohar’da daha da ileri gidilir; Lilith’in Âdem’i, ayrılışlarından sonra da ayarttığı, onunla birlikte olduğu ve bu nedenle Âdem’in yüz otuz yıl boyunca cinsel perhizle yaşadığı söylenir. Bu perhizi bozmak için de elinden geleni yapmıştır Lilith; yine uykusunda Âdem’i ayartmış ve onun boşalmasını sağlayarak spermlerinden “insanlığa ceza” isimli yaratıklar dünyaya getirmiştir. Hikâyenin sonunda da “tohum hırsızı” öbeği eklenmiştir sıfatlarına.

Lilith, Âdem’in peşinde olduğu gibi Havva’nın da peşindedir aynı zamanda. Yasak Elma hadisesinden regl gününde Âdem’le birleşmesine kadar pek çok günahın altında hep Lilith’in kışkırtıcı sözleri yatar. İlginçtir ki Âdem’in işlediği suçlarda, Havva’nın saflığında ve hatta Cain’in Tanrı’ya sırt çevirmesinde dahi Lilith suçludur. Öyle ki Lilith dışında kimsenin hür iradesi yoktur sanki, tüm kötülükler O’nun başının altından çıktığı için diğerleri hep “zavallı”dır. Bu durum, bana sık sık Şeytan sorunsalını hatırlatır. Nasıl ki – özellikle üç büyük dinde – Şeytan asıl suçludur, insanlarınsa sadece hata payı vardır ve kimi zaman Şeytan’a karşı gelemedikleri için acizdirler; bu başlangıç hikâyesinde ve sonrasında günah keçisi olarak Lilith seçilmiştir. Tam da bulunduğumuz noktada, akla yine “bir kılıf bulma” ve “düzen sağlama” sorunsalı geliyor. Düşündürücü...

***

Lilith’e bahsi geçen kutsal kitap dışında, Sümer ve Babil mitolojilerinde, Gılgamış Destanı’nda – hatta ilk olarak burada rastlandığı söylenir – ve Filistin inançlarından etkilenmiş gnostik Yunan efsanelerinde de rastlanır.

Sümer ve Babil mitolojisinde Lilitu ismiyle anılan şeytani “umutsuzluk” dişisi, aslen, bu halka mensup olanların yaptıkları büyülerin vazgeçilmezlerinden biri olan rüzgârın ruhudur; rüzgâr hayaleti diye bilinir. Ancak şeytani olmasından mıdır yoksa bunları yaptığı için mi şeytani diye anılır bilinmez ama bahsi geçen rüzgâr, insanların başına felaketler açan, kötücül ve hatta ölüm getiren bir formdadır. Oysa Lilitu’nun bu özelliğinden ziyade, tıpkı Lilith gibi, erkekleri uykularında baştan çıkarmakla daha fazla ilgilendiği zikredilir. Musallat olduğu erkeği, kanını içerek öldürür.

Babil mitolojisinde Lamatsu ismiyle anılan ve kötü tanrıça olarak bilinen varlık da Lilith gibidir. Özellikle hamile kadınlarla ve yeni doğmuş çocuklarla uğraşır. Loğusa hastalığı olarak tanınan ve bizim kültürümüzde “al karası / albastı” diye kendine yer bulan hastalığın sebebidir. Kötücül Lamatsu, korumasız – yani muskasız veya tılsımsız – olan hamile kadınlara musallat olup onların, bebeklerini kaybetmelerine sebep olur.

Albastı inancı kültürümüzde – hala – oldukça yaygındır. Hamileyken çekilen anormal acıların, kan boşalmasının, nefes darlığının ve hayali dokunuşların hep bu sebeple olduğuna inanılır. Hamile kadınlar, anneleri eşliğinde hocalara taşınır ve muskalar yazdırılır. Albastıya maruz kalmış çocuk, tam tamına 7 yılını geride bırakmadan ne düğünlere ne cenazelere götürülür. Aynı zamanda kırk günü doldurmamış başka hamilelerin yanında da bırakılmaz.

Mezopotamya uygarlıklarından devam eder de Lilith’le özdeşleşen isimlere bakarsak, bunlardan birinin de İştar olduğunu görürüz. Aşk, şehvet ve bereketi simgeleyen İştar, oldukça popüler olan tapınak fahişelerinin de koruyucusuydu. Tapınağındaki fahişelerden biri de, İştar’ın ismi geçince Lilith’i anımsamamıza sebep olan Lil idi. Özellikle yine Babil mitolojisinde Lil, baştan çıkarıcılığı sayesinde konumuz kahramanıyla çokça benzeşir.

Antik Yunan inancında Lilith’in yansıması Hecate’dir. Emin olunan bir şey var ki Hecate, Yunanlılar’ın Filistin’den etkilenmeleri sonucu yaratılmış olmasıdır. Elbette bu etkilenimin daha pek çok sonucu vardır, fakat burada Hecate bizi daha çok ilgilendiriyor. Aslında Hecate’yi araştırmaya kalktığımızda onun hiç de kötücül olmadığını; aksine, annelik / bakirelik ve bilgelik kavramlarını temsil ettiğini görürüz. Bilhassa Pagan inanışında çok önemli bir yer bulur kendine Hecate. Belki de onu - sonradan - kötücül olarak tanımlayan şey, Hristiyanlığın Pagan kültürüne müdahalesidir, kimbilir.

Mısır ve Hindistan’a geldiğimizde Lilith’le benzeşenlerin lotus tanrıları olduğunu görüyoruz. Kötücüllüğün türdeş olmasından ziyade bu tanımın, ismin kökeninden geldiği söylenir. Zira bahsi geçen iki kültürde de lotus, hava-su-ışık gibi önemli elementlerin simgesi olup kutsal sayılır. Dini törenlerde lotus çiçekleriyle donatılır kutsal mekânlar.

Burada bir not düşmekte fayda var: Konumuzun kahramanı Lilith olduğu için Lamatsu’yu veya Lilitu’yu veya ismi geçen diğerlerini Lilith’e benzetiyorum. Yoksa tam tersinin de geçerli olabileceği, yani Lilith’in tüm bu varlıklardan ve kadim zaman anlatımlarından esinlenerek yaratıldığı da olasılık dâhilindedir. Kişisel olarak ikinci olasılığa daha çok inandığımı belirtmek isterim. Ucundan kıyısından bir miktar mitoloji ve din kavramı araştırdıysanız, günümüze kadar aktarılmış efsanelere baktıysanız görürsünüz ki çoğu birbirine benzer. İnsanlığın var olduğu ilk zamanda anlatılan bu öykülerin, daha sonradan gelen ve miladı başlatan kitaplı ve tek tanrılı dinlere çok fazla etkisi olduğunu görürsünüz. Örneğin Mezopotamya halkından bir kimsenin, kendisinden yüzlerce yıl sonra ortaya çıkacak bir kitaptan etkilenmesi biraz saçma kalıyor bu nedenle.

***


Kanla beslenen ve ilk vampir olarak tanımlanan Lilith efsaneleriyse daha özel bir gruba hitap ediyor. Fantastik kurgu tayfasının daha “kara” alt grubu tarafından kurulan World of Darkness, özellikle Book of Nod’daki yaradılış anlatımıyla büyüleyicidir. Yukarıda ucundan kıyısından dokunduğum, Lilith’in Cain’i buluşunu ve ona nasıl öğretmenlik yaptığını anlattığım bölüm Book of Nod’da çok daha detaylı anlatılır.

Mikael’in lanetlemesinden sonra Cain’e üç melek daha gönderilir. Üçü de aynı şekilde, Tanrı’nın affediciliğini sunar Cain’e. O ise her birini reddeder ve böylece hepsi tarafından ayrı ayrı lanetlenir. Gabriel’in laneti, Cain’i ışıktan mahrum kılar; artık O, karanlıkta yaşamına devam edecek bir varlıktır. Raphael’in laneti, Cain’e sürekli bir kendini iyileştirme gücü verir ki yaşamına kimse ve hiçbir yara son veremesin. Uriel ise Cain’e asla dokunmayacağını söyler ki ölümsüzlüğünü sabitlesin.

Gurur ve lanetler Cain’in Tanrı’ya ve yaşayan canlılara olan nefretini perçinlemekten başka bir işe yaramadı. Geçirdiği dönüşüm, aldığı lanetler sayesinde daha da belirgin hale geldi. Lilith’ten kanla beslenmeyi ve kendi türdeşlerini yaratmayı – embrace – öğrenen Cain, Book of Nod’ın vampirler tarihini de başlatmış oldu. Kuşaklar kuşakları izledi, birçok vampir klanı oluştu. Onlar artık insanların dünyasından bağımsız olarak bir de kendi dünyalarında çekişmeye ve farklı lanetler kazanmaya devam ettiler.

Fikrimce, Book of Nod, yaradılış efsanelerine de çok iyi bir alternatif sunar Lilith – Âdem – Cain üçgeni manasında. Yalnız burada garip bir çelişki de dikkatimi çekmekte: Mitoloji denen ve aslında insanlığın kültürel birikimini günümüze kadar taşımış olan o değerli hazine kadar önemli görülmez bu tür alternatifler. Bunlara daha çok eğlence veya olsa olsa edebiyat gözüyle bakılır. Yine de her tür olasılığın eşit derecede geçerli olabileceğini, çünkü ne ispatı ne de imkânsızlığı mümkün olmayacak mevzuular olduğunu da aklımda tutuyorum her daim.

***

Olaylar çeşitli açılardan farklılık gösterse de Lilith hep şeytani bir varlık, erkeklerin tohumlarını çalan bir hırsız ve kadınları, erkeklerin egemenliğini kabul etmeme yönünde kışkırtan bir fahişe olarak tanımlanır tüm öykülerde. Bu kavram öyle benimsenmiştir ki erkek-egemenliğin dayatılması manasında, günümüz Feministler’i dahi Lilith’in soyu olarak hor görülebilir. Bilim, ilim, irfan sözleriyle sarsılıp duran dünyanın bu yüzyılında bile “mitsel” bir varlığın bu derece anlam bulmasının altında sosyolojik ve hatta psikolojik pek çok neden – cabası, sorun – yattığı da barizdir aynı açıdan bakarsak. Dünyanın ilk zamanlarını veya cehaletle cebelleşen Ortaçağ’ı dahi mazur görebiliriz belki, ama bu tarz bir yaklaşımın hala devam ediyor olması, insanların kafasının oldukça karışık olduğunu ve hangi yönde ilerleyeceklerini seçemediklerini gösteriyor bana.

Birçok psikolog ve sosyolog, din ve inanç kavramına kendince bir açıklama getirmiştir. Bu açıklamaların “toplumu bir düzleme oturtup, insanları şekillendirme” başlığı altında toplananlarıysa daha makul gibi. Özellikle Hristiyanlar, Lilith’le tanıştıktan sonra, tıpkı Şeytan gibi ona da sıkı sıkıya yapışmışlar. Azizlerinin dillerinden düşmeyen “kadın erkeğe itaat edecek” eğilimli cümlelerin başlıca sebebi Lilith’tir. Lilith tüm asi kadınların, erkeklerine itaatsizlik edenlerin temsilcisidir. Sonları da tıpkı onun gibi lanetlenip Tanrı katından kovulmak olacaktır.

Mantığı elden bırakmadan düşününce dinin elinde çok önemli bir silah, bir korkutma aracıdır bu. Her nasıl ki gece karanlık ve ürkütücüyse, içinde bilinmeyen binlerce sır barındırdığı için veya sırf “net olarak görülemediği” için kötülükle bağdaşlaştırılıyorsa Lilith, Şeytan, Cain gibi varlıklar da kötücüllükle bağdaşlaştırılabilir.

Çok uzun zamandır kadınların büyük kısmı Havva gibi olmaya zorlanmıştır. Önümüzde sadece Havva gibi bir rol-model vardır. Böyle olmasına karşın hala hor görülür kadınlar. Çünkü ne kadar boyun eğici olursa olsun Havva da kadındır sonuçta. Âdem’i cennetten kovduran, yılanla bütünleşip yasak elmayı dalından koparan ve sonsuz yaşamı Âdem’inin parmakları arasından çalan da Havva değil midir? Havva’nın öyküsü de Lilith’inki kadar örnek olmalıdır bizlere.

Tabii ki sadece kadına rol biçilmez bu yöntemle. Erkekler de bundan nasibini alırlar: Âdem gibi “masum”durlar ne yaparlarsa yapsınlar. Biriyle yatarlarsa kadın tarafından kışkırtılmış olurlar. Güçsüzlerse aciz değildirler; sadece yeterince beslenmemişlerdir. Başarılı değillerse mutlaka onları yetiştiren annelerinde veya onlarla hayatı paylaşmaya çalışan kadınlarında vardır sorun.

Bizlere yüzyıllarca kötü ve iyi işte böyle öğretilmiştir. Yılan kötüdür, Lilith kötüdür, kadının eşitlik isteyeni kötüdür, gece kötüdür, Havva dahi bir parça kötüdür vs. Çünkü toplumu bir arada tutmak, kurallar koymak, güçlü olanın istediği düzeni sağlamasına boyun eğmek işte bu tarz korkutmalarla gerçek kılınabilir. Bu, bana göre, bir nevi insan kopyalamadır. Ne kadar asi olursak olalım, ne kadar kültür birikimimiz olursa olsun bizler de bu şekle sokulup, öğretilmiş kötü ve iyi kavramlarının birer kuklasıyızdır aslında.

Ahlak iyidir derken, iyilik güzeldir derken hangi kavramı ne için kullandığımızı veya bunları ne şekillerde açıkladığımızı bilmek gerekir belki de önce. Önce Lilith’i keşfetmek gerekir. Lilith’in acısını anlamak, öfkesine hak verecek yanlar bulmak gerekir. Çünkü sadece Âdem’i dinleyip söylediklerine boyun eğerek doğruyu yapmış olmayız. Ağızlarda pelesenk olan “beynimizin üstünlüğü ve büyüklüğü” kavramına da hakaret etmiş oluruz. Bazıları, kadın veya erkek olup olmaması önemsiz olmak kaydıyla, içlerindeki Lilith’i uyandırıp kan içmeye ve sonsuz yaşamı keşfetmeye başlayabilir zira dikkatli olun.

kaynak: kan güncesi

Hiç yorum yok: